HAKKIMIZDA

“Muhacirler diye küçümsenenler, tarihin yazdığı savaşlarda
en geriye kalanlar, yani ‘’ Düşmanla sonuna kadar
dövüşenler’’ çekilen ordunun ricat hatlarını sağlamak için
kendilerini feda edenler ve düşman karşısında kaçmak
çekilmek nedir bilmeyenlerdir.
Muhacirler kaybedilmiş topraklarımızın milli hatıralarıdır”.

Mustafa Kemal Atatürk

      Bizler muhaciriz. Dünyanın Doğu Batı ekseninde. Sadece ve sadece bir yaşam hakkıyla iki bin yıldır yeşilin bol sineğin olmadığı bölgelere doğru hayvan sürüleri ile göçenlerin torunlarıyız.

      Bizler Osmanlı İmparatorluğu’nun Balkanlar’a yerleştirdiği Evladı Fatihan’ız.

     İstiklal aşığı Türk Cumhuriyetçilerinin torunları,
Osmanlı ordusunda gönüllü görev alan Rodop Türkleri,
Türk Kurtuluş Savasında tümen ve daha üst derecedeki komutanlarının doğum yerlerinin olmasıyla iftihar ettiğimiz Rumeli Türkleri,

Büyük Atatürk’ün ; ” Oraları özbeöz Türk toprağıdır, ileride Türkiye Cumhuriyeti’nin Tuna Vilayeti olacaktır “ diyerek göçlerine ve mübadelelerine izin vermediği Tuna Türkleri,

Türk Dünyası’nın ayrılmaz parçası Bulgaristan Türk’leriyiz, deliormanlıyız.

Osmanlı’nın serhat sınırlarını koruyan göğsü kıllı, demir pençeli pehlivanları ile, Demir Baba Tekkesi ile, ömre ömür katan gür ormanların bitmeyen yeşili ile, sıcak bir muhabbettir gönlümüzde Deliorman.

      Bu yerlerin ender doğasında, yaratıcı bir Osmanlı ruhunun vefakârlığı, cefakarlığı ile Hristiyan, Müslüman demeden aş, iş, huzur sağlamışız, yurt eylemişiz buraları. Ezan ve çan seslerinin barışıp kucaklaştığı yerlerin efsunlu dünyasında, şairin dediği gibi “Minareler ve ağaçlar arasında ezan seslerini işiterek büyüydük” fakat şu “barut fıçısı” balkanların puslu havalarında, 1984/1985 yıllarında devlet gücü ve baskısı ile gıdıklanmış bir faşizan isteriyle Bulgaristan Türk’lerine uygulanan “soya dönüş” adında 20.yüzyılda asrın yüzkarası, kimliksizleştirme ve asimilasyon siyaseti sefil kıldı bizleri. Bulgaristan’ın komünist hükümetinin emri ile ezan ile verilen Müslüman adlar hristiyan adlar ile değiştirildi.

Türkülerimizi aldılar,  Türkçemizi aldılar.
Direnenler oldu. Tutuklananlar…
Hunharca öldürülenler…

Lakin ne Belene adası, ne toplama kampları, ne sürgünler, ne ana dili Türkçeyi konuşanlara verilen cezalar, ne de kabus gibi acılarla geçen 1984/1989 yılları Bulgaristan Türk’lerini yıldırmadı, bir hak ve hukuk mücadelesine seferber etti…

      Biz ezilenler, insanların farklılıklarına bakılmaksızın eşit haklar ile doğduklarına inanıyoruz. İnsanın ezeli ve ebedi şerefi, onur verici bir adı, ana dili olduğuna inanıyoruz. Okul kapatmak, ana dilde konuşmayı, örf adetleri yasaklatmak suçtur. Davamız hak ve adalet davasıydı. Yurdun tüm yörelerinde yapılan açlık grevleri ve on binlerin barış yürüyüşleri ile “1989 Mayıs İsyanı” ile “DUR” dedik “Soya Dönüş” adlı “Bulgarlaştırma/ ad kırım” sürecine ve zulmüne. İsteklerimiz dile gelmişti taşıdığımız pankartlarda: “Biz Türk’üz, adlarımızı istiyoruz!” “Anadilimizde eğitim istiyoruz!” “Haklarımızı istiyoruz!” Unutulmasın! Unutmayalım! 93 Harbi sonrası, Bulgaristan Devleti Kuruluşunun 111. Yılında, “1989 Mayıs Ayaklanması” Bulgar komünist totaliter diktatörlüğüne karşı bir Türk İsyanıdır. Deliorman, Gerlovo, Dobruca ve Rodop Türkleri yok olmaya karşı ayaklanmışlardı. Ne hazindir ki, haklarımızla doğup büyüdüğümüz topraklarda ata yurdumuza kavuşmak yerine “Vatan, Vatan” diyerek hayallere sığmayan zoraki bir göçün acı serüveni içine düştük. Zaten; “Türk’ün bir ayağı hep üzengide” diyor eskiler ve rastgele mi tarihimizin ötesinde, çok derinlerden gelen yüreği dağlayan “Göç Destanı’ndaki” o çığlık; “Bütün kuşlar, hayvanlar, memedeki çocuklar “Göç, göç, göç” diye bağırmaya başladı ve yersiz yurtsuz edilenler kervanına katılmak oldu yazgımız… Balkanlar’da değişmeyen tek bir şey var; Türk düşmanlığı!.. Sömürgeci ve menfaatçi Batı’nın yüzyıllar öncesi zihinlere kazıdığı “aman Türkler geliyor” paranoyası, “öteki” kavramı. 93 Harbinden beri yüzyıldır Bulgaristan Türkleri üzerinde planlı ve programlı bir şekilde uygulanan “geceleri ürküt, gündüzleri malını zapt et” haydut anlayışı o günlerde bir Komünist rejimin devlet iç politikasına dönüşmüştü. Failleri ise 20.asrın “en insancıl, en çağdaş” otoriteleri. Sözüm ona bu olay “göç” değil, “turizm hizmetiymiş”… Taraf oldukları Viyana İnsan Haklar sözleşmesi ruhunda Hükümet ve Halk Meclisinin insancıl bir kararı uygulanıyormuş… Günde bir, iki “utanç treni” değil, dört, altı, sekiz “utanç treni” ve on iki bin “turizmci” yollamaya göre çalışmalar yapıp bütün imkanlarını yurttaşlarının seyahat isteklerini gerçekleştirmek için seferber etmişler… Aileler maksatlı parçalanıyor… Polisler bazı köyleri ansızın basıyor “Vatan hainleri, Türkiye casusları” aranıyor… Bazı köylerde sadece genç erkekler sınır dışı ediliyor… Doğdukları yerleri terk etmek istemeyenlere, “turist pasaportu” almak istemeyenlere evlerinde, iş yerlerinde tehditlere gidiliyor; “Bulgaristan Bulgarların” “Türkler Türkiye’ye” İşte biz Türkiye’deyiz arık. Ata Vatan’dan Ana Vatan’a geldik İstanbul’un şirin Avcılar İlçesi evimiz oldu, ama anılarımız, rüyalarımız, kökümüz, atalarımızın mezarları kaldı orada. İki Cumhuriyet’in vatandaşları, binlerce köy, kasaba, dere, tepe, dağ, orman, yol, boğaz gibi Türkçe yer adları olan Bulgaristan ile Türkiye arasında dostluk köprüsünün köşe taşlarıyız. Ama her şeyden önemlisi kimseden bir şey dilenmeyen, çalışkan, üretken Türkiye’mizin tüm yasalarına sadakat ile bağlı demokratik, laik ve sosyal hukuk devletinden yana Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşıyız. Ne Mutlu Türkü Diyene! Adımız andımızdır. Ata’mızın yoluna can koyarız. Türk olmayı en büyük şeref ve şan sayarız!

AVCILAR BALKAN TÜRKLERİ DERNEĞİ
KURULUŞ: 2004
AMACIMIZ:
Coğrafi bir bölge olan Balkan Yarımadası Bulgaristan’dan Ana Vatana göç etmiş ve halen Bulgaristan’da yaşayan soydaşlarımızı bir araya getirmek. Onların ekonomik, sosyal ve kültürel sorunlarına çözüm bulmak. Hazırlanacak yönetmenlik doğrultusunda ihtiyaç sahibi başarılı öğrencilere öğrenim bursu sağlamak. Maddi durumu yetersiz olan üyelerimize destekte bulunmak. Sözü edilen bölgede yüzyıllarca egemen olmuş atalarımızın kültürel miraslarını, örf, adetlerini yaşatmak. Gerçekleştirilecek faaliyetler ile üyelerin dışında yerel ve ulusal düzeyde toplumun ihtiyaç ve sorunlarına yönelik çözümler üretmek ve toplumsal gelişime katkı sağlamak.